UZAYLILAR NEREDE?
 

Prof.Dr. Mehmet Emin ÖZEL

 

Önümüzdeki yüzyıllarda, yeryüzündeki medeniyetimizin sorunlarını çözme becerisi gösterip yıldızlararası yolculuklar yapabilme kapasitesine ulaşabileceğini düşünebiliriz. Önce güneş sistemindeki, daha sonra yakın yıldız sistemlerindeki gezegenleri ‘işgal’ edip ‘koloni’leştirmemiz ve hatta, yaşanabilir dünyalar haline getirmemiz, hala aşılması gerekli çok ciddi sorun ve güçlükler de taşısa, pekala mümkün görünüyor. Şu anda bile, hızla ‘globalleşen’ dünyamızı, bir ‘Güneş Sistemi’ medeniyetinin beşiği saymamız mümkündür. Şimdiden, Ay’a indik; (Pluto hariç) tüm gezegenlere, önemli aylarına göz attık; sürekli uzay ortamında yaşama mekanlarımız (Uluslararası Uzay İstasyonu gibi) inşa edilmekte; Mars yolculuğu hazırlıklarımız yavaş bir hızda da olsa sürmekte.

Yıldızlararası yolculuklar, gezegenlerarası yolculuklardan, sadece nicel olarak değil, nitel olarak farklı koşullar içermekte . Mesela, fizik (özel görelilik) yasalarının ve alınacak mesafenin ve sürenin uzunluğunun bizi zorladığı, ‘yıldızlararası keşif gezilerinin ‘tek yönlü’ yolculuklar olması’ gereği bile, geçmişte bu tür yolculukları dünya üzerinde başarı ile gerçekleştirmiş bir tür’ün çocukları olarak, bizi pek korkutmuyor. Bu evre’nin de birkaç yüzyıl içinde aşılacağı umulmalıdır.

Yeni bir ‘dünya’ya yerleşip geliştikçe, bazılarımız, tekrar, başlangıca daha uzak yıldızlarda yeni koloniler oluşturma gereksinimini, er veya geç, duyacaktır. Uzay gemilerimiz çok yavaş hızlarda (mesela, ışık hızının yüzde veya binde biri mertebesinde) da yol alsalar, mesela birkaç (yüzyıl değilse bile) binyılda, yakın yıldızlar çevresinde on’larca ‘koloni’ oluşturmuş olabiliriz. 10 bin yıl içinde, insanlık, güneşin birkaç ışık-yüzyılı çevresindeki yıldızlara pekala yerleşebilir. Birkaç milyon yılda ise (bir tür olarak, o kadar süremiz varsa), pratik olarak Samanyolu’nun her noktasın dağılmış yerleşimlere sahip olabiliriz. Uzun vadede, Samanyolu Gökadamızdaki her yıldız sistemini şu veya bu şekilde keşfederek, gerçekten de bir ‘Samanyolu Medeniyeti’ oluşturmamız olası görünüyor.

Eğer, insanlık olarak, birkaç milyon yıl içinde bizim bile bir ‘gökada medeniyeti’ gerçekleştirebilme olasılığımız varsa, ve bunu, ispatlanmamış olmakla birlikte yine makul görünen, ‘medeniyetlerin yaygın bir fenomen olabileceği’ (diğer bir deyişle, insanlık olarak yaşadık ve yaşayacaklarımızın olağandışı bir yanı olmayan, sıradan olaylar olabileceği) görüşü ile birleştirirsek, şu şaşırtıcı sonuca ulaşmamız kaçınılmazdır: Başkaları bir gökadasal medeniyeti çoktan oluşturmuş olmalılar!

Tartışmayı geliştirmek amaçlı olmak üzere, güncel bir astronomi ders kitabından  alınma şu basit akıl yürütmeye bakalım: Medeniyetlerin 1 milyon yıldızda 1 ortaya çıktığını varsayalım. O zaman, 100 milyardan fazla yıldıza sahip Samanyolu’muzda en az 100 bin medeniyet gelişmiş olmalıdır. Bunların zaman içinde dağılımı hakkında fikir geliştirmek için, Güneş örneğimizden yola çıkarak, ilk yaklaşımda, medeniyetlerin, ana yıldızları 5 milyar yaşına geldiğinde ortaya çıkabilmeleri varsayımını kullanabiliriz. Samanyolu’nun en az 10 milyar yaşında olduğu göz önüne alınırsa, medeniyetlerin en eskisinin 5 milyar yıl önce, en gencinin de 50 bin yıl önce ortaya çıkmış olması söz konusudur. Bu varsayımlar altında, bizden sonraki en genç medeniyet 50 bin yaşında, çoğu ise bizden yüzbinlerce, hatta milyonlarca yıl ilerde olmalıdır. Yani, bu varsayımlar altında, Samanyolu’nu, bizim medeniyetimizden çok çok ilerde medeniyetlerle birlikte paylaşıyor olmamız söz konusudur.

Bu ise bizi, ilk kez, tanınmış fizikçi Enrico Fermi tarafından ifade edildiği için bu isimle anılan ‘Fermi açmazı’ ile karşı karşıya getirir: ‘Öyleyse (bu uzaylılar) neredeler?’

Gerçekten acayip bir açmaz (paradox) karşısındayız: Makul varsayımlar, bize, gelişkin (en az ) bir Samanyolu medeniyeti ile karşı karşıya olmamız gerektiğini bildirirken, bu medeniyete ait hiçbir iz veya ipucu bulamamaktayız .

Bu açmazın bir dizi makul çözümü söz konusudur. Ancak, bunlar, şu genel kategorilerden birine düşerler:

(1) Bir Gökada medeniyeti yoktur; çünkü medeniyetler çok nadir bir oluşumdur. Belki de biz ilkiz. Veya, medeniyetler o kadar seyrek ortaya çıkmaktadırlar ki, bizimki dahil bir çok yıldız sistemi henüz keşfedilmemiş veya ziyaret edilmemiştir.

(2) Bir Gökada medeniyeti yoktur; çünkü medeniyetler kendi ana dünyalarından (yıldız sistemlerinden) ayrılmazlar. Bunun nedeni, yıldızlararası keşiflerden hoşlanmamaları veya, bu evreye ulaşmadan kendilerini yok etmeleri, veya, kaynaklarını tüketmeleri olabilir.

(3) Bir Gökada medeniyeti vardır. Bunlar varlıklarını bizden bilerek gizlemektedirler. Bunun nedeni, bizim belli bir olgunluğa erişmemizi beklemeleri olabilir (Carl Sagan’ın aynı adlı romanından uyarlabnan ‘Contact’ –Temas- filmi bu temaya yakın bir kurguya sahiptir). Veya, bilemediğimiz bir nedenle, bizimle temastan kaçınıyor olabilirler.

Bu açıklamaların açmazın doğru çözümü olup olmadığını bilmiyoruz. Fakat bunlardan her biri kendi başına ilginç sonuçlara gebedir. Eğer ilki doğruysa, bizim medeniyetimiz, çok az türün başardığı, (belki de bizden başka hiçbirinin başaramadığı) gerçekten hayranlık duyulacak bir sonuçtur. Bu bakış açısı ile, insanlık çok daha değerli bir konuma gelmekte ve medeniyetimizin çöküşü sözkonusu olursa, bu çok daha trajik bir ‘final’ durumuna yükselmektedir. İkinci açıklama daha az doyurucu bulunabilir. Diğer medeniyetlerden ‘farklı düşünmek’ gibi bir üstünlüğümüz yoksa, yakın bir gelecekte uzay çalışmalarından ve yıldızlararası yolculuğa ulaşacak uğraşlardan vaz geçeceğiz, veya, kendimizi yok edeceğiz. Yani, bu durumda hiç te içaçıcı sonuçlar söz konusu değildir. Üçüncü olasılık, bir sürü bakımlardan, en ilginci sayılabilir. Bizden önce (belki milyonlarca yıldır) var olan bir Samanyolu Medeniyeti vardır. Bizler, (yine ‘Contact’ filmindeki gibi!)bu arenaya yeni katılanlardan olacağız. Belki, bu medeniyetin üyeleri bizi bilerek dışarda tutmaktadırlar ve zamanı gelince (buna değer olduğumuzu ispatlayınca!) bizi de katılmaya çağıracaklardır. (acaba, Avrupa Topluluğu da, benzer nedenlerle mi Türkiye’yi aralarına almakta nazlanmaktadır?). Öyleyse, insan türü olarak, inanılmaz, hemen hemen fantastik bir yolculuğun başlarında olabiliriz!

Bütün bu varsayımlar dışında, (benim de katıldığım) karma bir hipotez sayılabilecek son bir olasılık, Evren’in yeryüzündekine benzer bir hayat sürecini bugünkü düzeyine getirmek için, Büyük Patlama’dan beri geçen 15 milyar yıla yakın bir süreye gereksinimi olduğu, diğer yıldız ve gezegen sistemleri sakinlerinin de, insanlığın ulaştığına benzer bir konumda ve kendi sistemlerini keşif çabaları ile meşgul olduklarıdır. Bu nedenle de, SETI (yani uzayı ve ‘uzaylıları’ dinleme çalışmalarına destek verilmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Bir süre sonra, hiçbir şeyin (hayatın da) tek ve emsalsiz olmadığı, Dünya ve Evren’in de sadece bizim için ‘yaratılmadığı’nın Kopernik’ten beri defalarca ispatlandığı gibi, tekrar gözümüze sokulacağı günlerin, yeteri kadar beklersek, tekrar geleceğini söylemek mümkündür. Böyle bir gün geldiğinde, hiçbir zorlamaya gerek kalmadan, o günün geldiğini herkes kendisi görecek ve ek ispatlara ve ‘şarlatanlıklara’ çok az gerek olacaktır!

Ancak, henüz ortada fol yok yumurta yokken, kullandıkları ‘... bilim merkezi’ ifadesindeki ‘bilim’in ne anlama geldiği konusunda en ufak bir fikri olmayanların, ‘yalancı çoban’ edası ile her fırsatta ortaya fırlayıp, ‘işte uzaylılar; uzaylılar kongremize gelecek; uzaylılar ay’ın arkasında gizleniyorlar!’ diye bayrak açarak dolaşmalarının, dolaşanlar ( ve ilk duyduklarında, ‘ne var acaba?’ diye soranlar) dışında kimsenin pek de umurunda olmaması bundandır.